Tüm sektörlerle bağlantılı olmayı gerektiren bir iş modeline sahip olması sebebiyle finans sektörünün değişimlerden etkilenme olasılığı ve hızı diğer sektörlere göre daha yüksektir. Sektöre özgü bu durumun farkındalığı ile küresel, bölgesel ve yerel trendleri analiz etmeyi önemsiyoruz. Bu sayede değişimlerin yaratacağı olası risklere karşı önceden önlem almayı ve fırsatları zamanında yakalamayı amaçlıyoruz. Değer yaratma sürecinin özünde doğal kaynak, teknoloji ve emek olduğu düşüncesi ile hem yerel hem de küresel gelişmeleri yakından izliyor, önceliklerimizi belirlerken dikkate alıyoruz.
Küresel anlamda artan enerji fiyatları, finansal koşullarda yaşanan olumsuzluklar, tedarik zincirinde oluşan aksaklıklar ve global ölçekte yaşanan enflasyonist ortamın ekonomik faaliyetlerdeki baskıyı kısa vadede sürdürmesini bekliyoruz. Orta ve uzun vadede ise “İklim Değişikliği ile Mücadele” ve “Teknoloji ve Dijital Dönüşüm” ü sektörü etkileyen ana trendler arasında değerlendiriyoruz.
İklim Değişikliği ile Mücadele
Tüm dünyanın geleceğini tehdit eden ve çevresel, sosyal ve ekonomik anlamda etkili sonuçları olan iklim değişikliğine bağlı yaşanan gelişmeler, insanlığın artık ciddi anlamda harekete geçmesi gerektiğini gösteriyor. Ülkelerin, yaşanan bu gelişmelerden en az şekilde etkilenmesi için bir an önce önlemler alması gerekiyor. Etkili bir iklim değişikliği mücadelesi için toplumun tüm katmanları ile küresel anlamda iş birliği yapılması ihtiyacı doğuyor. Bunun için düşük karbonlu ve kapsayıcı büyümeyi hedefleyen politikaların benimsenmesi ve toplumların direncini artıracak sürdürülebilir yatırımların teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bu kapsamda ilk olarak Paris İklim Anlaşması, 5 Ekim 2016 itibarıyla, küresel sera gazı emisyonlarının %55’ini oluşturan en az 55 tarafın anlaşmayı onaylaması koşulunun karşılanması sonucunda, 4 Kasım 2016 itibarıyla yürürlüğe girdi. Anlaşmada temel hedef, taraf ülkelerin ulusal katkı beyanlarında yer alan emisyon azaltım adımlarıyla küresel sıcaklık artışını 2 derecenin kayda değer şekilde altında tutmayı başarmak, mümkünse 1,5 derecede sınırlamak ve 2050 itibarıyla tüm gezegende karbon-nötr hedefine ulaşmak olarak belirlendi.
1995 yılından bu zamana kadar düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nın 27.’si bu yıl Mısır’da gerçekleşti. Diğer adı COP27 olan bu konferansta emisyonları azaltmak, ülkelerin iklim değişikliğine hazırlanmasına ve bununla mücadele etmesine destek olmak ve bu faaliyetler için gelişmekte olan ülkelere teknik destek ve finansman sağlamak konuları ele alındı. Gelişmekte olan ülkeler için “kayıp ve zarar” finansmanı sağlaması adına görece başarılı bir anlaşma yapıldı. Bu kararla kurulacak “Kayıp ve Zarar Fonu” bu seneki zirvenin en önemli kazançlarından biri oldu. Bildirgede fosil yakıtların azaltılması veya aşamalı şekilde kaldırılması ve sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik anlaşmaya yine varılamadı. Bunun yerine kömür enerjisinin kullanımının azaltılması ve verimsiz fosil yakıt sübvansiyonlarının kademeli olarak sonlandırılması yönünde çağrıda bulunularak emisyonlu enerjiye dikkat çekildi.
Konferansın sonuç metninde tarafların; doğa temelli çözümleri ve yaşam beraberliğini temele alan yaklaşımlar geliştirmesini, iklim finansmanı tedariklerini acilen ve büyük ölçüde artırmasını ve gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelerin kapasitelerini genişletmesini teşvik etmeye yönelik kararlara yer verildi. Ayrıca iklim değişikliği sürecinin yeni hedefler içermeyeceğine, cezalandırma yapılmayacağına, ülkelerin ulusal egemenliğine ve koşullarına saygılı ve kolaylaştırıcı olunacağına da değinildi.
Bu gelişmeler ışığında çıkarılan, Birleşmiş Milletler (BM) 13. Küresel Emisyon Açığı Raporu’nda, yürürlükte olan mevcut emisyon politikalarıyla Paris İklim Anlaşması Çerçevesi’nde belirlenen 1,5 derece artış hedefine ulaşılmasının mümkün olmadığı, acil bir dönüşüme ihtiyaç olduğu, elektrik arzı, sanayi, ulaşım ve bina sektörleri ile gıda tedariki ve finans sistemlerinde gerekli analizlerin yapılarak alınması gereken aksiyonların ivedilikle alınması gerektiği belirtildi. Tüm ülkelerin tek tek Ulusal Katkı Beyanları’nı güçlendirme kararı almalarının gerekliliği üzerinde duruldu.
Bunun yanında Dünya Ekonomik Formu’nun 2022 Küresel Risk Raporu’nda da iklim kriziyle bağlantılı çevresel riskler, gerçekleşme ihtimali ve etkisi en kuvvetli on risk arasında yer aldı. İklim değişikliği kaynaklı ortaya çıkan yeni risklerin, ekonomiyi, finansal sistemi ve finansal istikrarı giderek daha fazla etkilemesi merkez bankalarını harekete geçirdi. Uluslararası Para Fonu (IMF) başta olmak üzere ABD Merkez Bankası (Fed), Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve Japonya Merkez Bankası (BoJ) gibi otoriteler para politikalarını iklim değişikliğini göz önünde bulundurarak sürdürülebilirlik bakış açısıyla düzenlemeye başladı.
Türkiye ise 2021 yılında Paris İklim Anlaşması’nı resmi olarak onaylayıp COP26’yı imzalayarak COP27’de güncel ulusal katkı beyanını açıkladı. Sera gazı emisyonlarında, 2030 itibarıyla %21 olan artıştan azaltım hedefini %41 oranında gerçekleştireceğini ilan ederek yeşil dönüşüm vizyonuna ivme kazandırmayı hedeflediğini açıkladı. Böylelikle 2053 net sıfır emisyon ve yeşil kalkınma hedefleri bütün dünyayla paylaşıldı.
Öte yandan finans sektörü iklimle bağlantılı risklerin yönetilmesi konusunda önemli sektörlerin başında geliyor. Bu kapsamda da Türk Bankacılık Sektörü önemli adımlar atıyor. İlk olarak 2014 yılında Türkiye Bankalar Birliği (TBB) tarafından “Bankacılık Sektörü İçin Sürdürülebilirlik Kılavuzu” yayımlandı. Akabinde Borsa İstanbul (BIST) tarafından “BIST Sürdürülebilirlik Endeksi” oluşturuldu. 2021 yılında ise BDDK tarafından 2021 yıl sonunda “Yeşil Mutabakat Eylem Planı”nın “3.2.5. Sürdürülebilir bankacılığın geliştirilebilmesine yönelik bir yol haritasının belirlenmesi” eylemine ilişkin 2022-2025 Sürdürülebilir Bankacılık Stratejik Plan açıklandı. Ayrıca, Türkiye Bankalar Birliği (TBB) ev sahipliğinde ve Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) işbirliğinde “Sürdürülebilir Finans Çalıştayı” düzenlendi. Netice olarak ülkemiz ve Türk Bankacılık sektörü iklim değişikliği ile mücadele kapsamında çevresel ve sosyal risklerin yönetimi konusunda önemli çalışmalar yapmaya devam ediyor.
Teknoloji ve Dijital Dönüşüm
Günümüzde teknoloji sayesinde yaşanan dijital dönüşüm kurum ve şirketlerde günlük yaşamın bir parçası haline geldi. Teknolojiyi kullanmak ve bir yandan da dijitalleşmek toplumların gelişmesine katkıda bulunurken ülkelerin ve hatta şirketlerin sürdürülebilir büyümesine de destek olmaktadır. Aynı zamanda hem işletmelerde hem de çalışanlar arasında bilgiye hızlı ulaşmada ve rekabet üstünlüğü sağlamada önemli avantajlar sağlamaktadır. Bu nedenlerle işletmelerin ya da kurumların teknoloji alanındaki yenilikleri çok yakından takip etmesi ve bu değişimleri kendi süreçlerine entegre etmeleri önem taşımaktadır. Dijitalleşen şirketlerin daha hızlı büyüdüğü ve krizlere karşı daha dayanıklı olduğu ise son yıllarda öne çıkan gerçeklerdendir.
Her alanda verimlilik, hız ve maliyet tasarrufu sunan dijitalleşme konusunda şirketler dijital dönüşüm stratejilerini oluşturmakta ve organizasyonel örgütlenmelerini bu kapsamda revize etmektedir. Dijital dönüşüm teknolojinin ötesinde yeni bir ekonomik model, yaşam şekli, düşünme biçimi ve iş yapış kültürü olarak büyük bir çerçeveyi temsil etmektedir.
Dijital teknolojilerden daha fazla yararlanmak ve daha fazla değer yaratmak için yeni yeteneklere, becerilere ve hizmetlere de günden güne daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Bu kapsamda işletmelerin, hızlanan değişime ayak uydurabilmek için iş modellerini daha esnek ve çevik hale getirmeleri gerekmektedir. Aynı zamanda kurum kültürünün, değişimi ve yenilikçiliği teşvik eden bir yapıda olması da oldukça önemli hale gelmiştir. Değişimi teşvik eden bir kurum kültürüne sahip olmayan veya iş modelleri esnek ve çevik olmayan işletmelerin yıkıcı teknolojik gelişmeler karşısında adaptasyon sorunu yaşaması kaçınılmaz olmaktadır.
Teknolojinin şirketlere rakiplerine karşı önemli oranda rekabet üstünlüğü getirdiğinden yola çıkacak olursak önümüzdeki dönemde de mobil, internet, yapay zekâ, nesnelerin interneti (IoT), makine öğrenmesi, otonom ve robotik teknolojiler, ses ve görüntü tanıyan ve işleyen sistemler, bulut bilişim ve blokzinciri (blockchain) altyapısı en çok odaklanılan konular arasında olmaya devam edecek.
GRI 201-2